24 Nisan 2025 Perşembe

24 Nisan 1915: Şiddet ve Ermeni Soykırımı Ekonomi Politiği

Bu analiz, Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminden Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiş sürecinde, 24 Nisan 1915'te simgeleşen Ermeni Soykırımı'nın rolünü ve bu soykırımın ekonomik boyutunu inceliyor. Tanzimat'tan itibaren artan reform talepleri ve Ermeni toplumunun eşit yurttaşlık beklentileri, merkeziyetçi devlet yapısıyla nasıl çatıştı? Bu çatışma, şiddetin ve soykırımın ekonomi politiğini nasıl şekillendirdi? İşte tüm detaylar...

Modernleşme ve Eşitlik Taleplerinin Çatışması

18. yüzyıldan itibaren Osmanlı yöneticileri, Avrupa karşısında yaşanan askeri, teknolojik ve idari geriliği fark ederek çeşitli reformlara yönelmek zorunda kaldılar. III. Selim'in Nizam-ı Cedid hamlesi, II. Mahmud'un merkezileştirme politikaları ve Tanzimat (1839) ile Islahat Fermanı (1856) gibi anayasal düzenlemeler, imparatorluğun modernleşme çabalarının zeminini oluşturdu.

Ancak bu reformlar, aynı zamanda Ermeni toplumunun eşit yurttaşlık taleplerinin yükselmesine de zemin hazırladı. Raymond Kévorkian, Tanzimat ve Islahat dönemlerinde Ermenilerin siyasi hak taleplerinin Osmanlı yönetiminde ciddi bir tedirginlik yarattığını belirtiyor. 1895 reform planına karşı gösterilen direnç, bu taleplerin devletin merkeziyetçi yapısıyla doğrudan çatıştığını ortaya koyuyor.

Osmanlı devlet geleneği, Bizans, Selçuklu ve Memlükler'den miras aldığı unsurları pragmatik bir biçimde sentezleyerek kendine özgü bir devlet modeli oluşturdu. Bu sentezler, iktidarın yönetim kapasitesini artırma ve savaş, idare, kölelik, vergi gibi unsurları düzenlemeyi amaçlıyordu. Ancak bu yapıyı tekrardan uygun hale getirme teşebbüssü, 19. yüzyılda eşit yurttaşlık talep eden halk kitleleriyle ciddi bir çatışmaya girdi.

Pasif Devrim ve Şiddetin Kurumsallaşması

Osmanlı'nın son büyük hamlesi, Batı'yı model almak oldu. Özellikle Kırım Savaşı'nın (1853-1856) ardından Avrupa sistemine entegrasyon arayışları belirgin biçimde arttı. Ancak Lev Troçki'nin 1912'de belirttiği gibi, Osmanlı-Türk hükümetinin antidemokratik yapısını koruma iradesi, bu entegrasyonun önünde büyük bir engeldi. Fransız Devrimi'nin eşitlik ve yurttaşlık fikirleri, özellikle Ermeni, Rum ve Arap entelijensiyası üzerinde derin etkiler yarattı.

Grigoris Balakyan, 1908 Devrimi'nin ardından Osmanlı Ermenileri arasında büyük umutların yeşerdiğini ve anayasal düzenin eşitlik getireceğine dair güçlü bir inanç oluştuğunu aktarıyor. Ancak bu umutlar kısa sürede yerini derin bir hayal kırıklığına bıraktı. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin (İTC) 1908 Devrimi, görünürde anayasalı ve meclisli bir rejim getirmiş olsa da, bu özgürlükler kısa sürede sıkı baskı altına alındı.

Bu süreç, pasif devrim olarak tanımlanabilir: Reform vaadiyle halkı yatıştırmak, ancak bu reformları gerçekten uygulamak yerine onları engelleyen, geciktiren ve çarpıtan bir siyasal irade ile hareket etmek. Gramsci'ye göre pasif devrim, halkın doğrudan müdahalesi olmadan, egemen sınıfların baskı ve yönlendirmesiyle şekillenen, yukarıdan aşağıya kontrollü bir dönüşümdür. Toplumsal değişim talepleri, iktidara tehdit olmaktan çıkarılıp mevcut iktidar ilişkilerini pekiştiren bir araca dönüştürülür.

Mülkiyetin Zorla El Değiştirmesi ve Soykırım

Ziya Gökalp’in millî iktisat tezi, Türkiye’de Hristiyan ve Yahudi burjuvazisinin tasfiyesi ve yerine, devletin kontrolünde bir Türk burjuvazisi yaratılması çabasına dayanmaktadır. Türkiye’deki burjuvazinin devletle olan yoğun ekonomik ilişkilerinin temel nedenlerinden biri, bu sınıfın doğrudan devlet eliyle inşa edilmesidir. Korporatist bir çerçevede şekillenen bu ekonomik yapı içerisinde, Osmanlı döneminde tarım, üretim ve ticaretin temel aktörleri olan Ermeni ve Rumlar, gayri millî unsurlar olarak kodlanmış; ekonomik olarak sistem dışına itilmişlerdir.

Balakyan’ın Ermeni aydınlarının kara listeyle hedef alınması ve bu sürecin bir “önleyici tasfiye” niteliğinde olduğu tespitine dair bilgiler, Armenian Golgotha adlı eserinde açıkça yer almaktadır. Balakyan, 24 Nisan 1915’te İstanbul’da 250 Ermeni kültürel önderin tutuklanmasını detaylı biçimde aktarır ve bu sürecin ne denli planlı ve organize olduğunun altını çizer.

  • Osmanlı yönetiminin Ermeni aydınları kara listelerle belirleyip sistematik biçimde hedef aldığını
  • Bu listelerin hazırlanmasında muhbirlerin de rol oynadığını
  • 1915 öncesi Ermeni aydınlarının tasfiyesini, yalnızca bir güvenlik önlemi değil; aynı zamanda, “muhtemel bir mukavemet teşebbüsünü baştan bertaraf etme” olarak tanımlar.

Balakyan, Ermenilerin sürgün sürecinde kilise ve okul binalarının yanı sıra bireysel mal varlıklarının da Müslüman komşular ve yerel yetkililer tarafından sistematik olarak gasp edildiğini aktarır.

Eşitlik, demokrasi ve modernleşme isteyen Ermenilere karşı önce açık bir direnç gösterilmiş; ardından soykırım yoluyla bu taleplerin toplumsal taşıyıcıları ortadan kaldırılmıştır. Ancak sonrasında, bu taleplerin içeriği halktan arındırılarak; etkisi kırılmış biçimde, iktidar bloklarının çıkarlarına uygun olarak yeniden düzenlenmiş, bürokrasinin geciktirici yapısı içinde eritilmiş ve zamanlaması tamamen yukarıdan belirlenmiştir.

24 Nisan 1915’ten bu yana 110 yıl geçti. Ermeni Soykırımı, insanlığın tüm suçlarının teker teker işlendiği bir kitlesel yok etmedir. Her bir suça maruz kalan kurbanın hikayesi önemlidir; bize hatırlatır yaşanılanları. Türkiye’deki suç oranı ve suç işleme biçimleri, soykırım ve onun cezasız bırakılmasıyla birlikte şekillenmiş; bu cezasızlık kültürü günümüze dek uzanan pratiklerin temelini oluşturmuştur.

İlgili Haberler