Dünya Ekonomik Forumu'nun (WEF) dillendirdiği "Hiçbir şeye sahip olmayacaksınız ama mutlu olacaksınız" sözü, geleceğe dair karanlık bir tablo çiziyor. Bu söylem, mülkiyetsiz, cinsiyetsiz, milliyetsiz, kimliksiz, nakitsiz ve ulusal sınırlara bağlı olmayan, genetiği değiştirilmiş organizmalarla (GDO) beslenen ve estetik operasyonlarla görünüşü değiştirilmiş bir toplumun habercisi mi? "Karbon ayak izi" kavramının yaygınlaştırılmasıyla bireysel özgürlüklerin kısıtlanması ve tüm temel hakların küresel sistemin kontrolüne girmesi hedefleniyor olabilir. Peki, bu distopik senaryoya doğru mu sürükleniyoruz?
İklim Kanunu: Özgürlüklere Pranga mı?
Paris İklim Anlaşması'nın bireysel özgürlüklere müdahale ayağı olan İklim Kanunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden (TBMM) geçerse, geri dönüşü olmayan bir yola girilebilir. Tüketim alışkanlıklarından seyahat tercihlerine kadar her alanda bireylerin davranışları puanlanarak ödül-ceza mekanizmalarıyla kontrol altına alınabilir. Nakitsiz toplum projesiyle de tüm harcamalar takip edilerek bireylerin yaşamları tam anlamıyla denetlenebilir hale gelebilir. Bu durum, George Orwell'ın "1984" romanındaki distopik toplumu anımsatıyor.
Yeni Nesil Gıda Mühendisliği: Sofralarımızdaki Tehdit
Yeni nesil gıda mühendisliği de ayrı bir tartışma konusu. 3D yazıcılarla üretilen hücre bazlı etler, sentetik proteinler, GDO'lu sebzeler ve böcek bazlı yapay protein kaynakları teşvik edilirken, geleneksel tarım ve hayvancılık uygulamaları ile ata tohumları itibarsızlaştırılıyor. Bu durum, doğal gıdaya erişim hakkını kısıtlayarak, halk sağlığını tehdit edebilir. "İnsan ne yerse odur" sözü, bu noktada daha da anlam kazanıyor. Küresel tarım kartelleri ve yapay et lobisi, geleceğin menüsünü laboratuvarlarda yazarken, bireylerin sağlıklı ve doğal beslenme imkanları ellerinden alınabilir.
Sonuç: Uyanış Vakti!
Planlanan şey, sözde iklim krizi adı altında kültürü, kimliği, hafızayı, gelenek ve görenekleri ve özgürlüğü dönüştürmektir. Mülkiyetsiz, cinsiyetsiz, milliyetsiz, kimliksiz, nakitsiz, ulusal sınırlara tabii olmayan, GDO’lu ve botokslu bir toplum dizayn ediliyor, yapay bir gelecek tasarlanıyor. Ulus devletlerin bireylere sunduğu temel haklar, küresel yapılarca ‘yeniden tanımlanmak’ adı altında geri alınmak isteniyor. Haklar artık doğuştan gelen değil, davranışa bağlı olarak dağıtılan birer ayrıcalığa dönüştürülmek isteniyor. Suni gündemlerle oyalanan kamuoyu ise bu derin dönüşümün farkında değil. Oysa dijital bir otoritenin gölgesi çoktan üzerimize düştü. Çevreci, hümanist söylemlerle, dünyayı kurtarma vaadiyle masumlaştırılan bu projeler, aslında dijital kontrol düzeninin taktığı bir maskedir. Bu maskenin düşürülmesi için toplumsal bir uyanış ve silkeleniş şarttır. Bu yüzden ‘Yeşil Sahtekârlık’ ifadesi toplumsal bir uyarıdır. Gündem çevre değil, gündem iklim değil, gündem doğa değil, gündem gelecek nesillerin özgürlüğüdür! Dünyayı/doğayı koruma bahanesiyle insanın doğasına müdahale edilmek istenmekte, fıtrat hedef alınmaktadır. Sorulması gereken soru artık şudur: Sözde yeşil bir gelecek mi, yoksa yeşil renge boyanmış bir sahtekârlık/dijital bir distopya mı istenmektedir?