
İhtiyarhane mi, Cehennem mi? Yaşlılıkta Hayatın Sınırları!
Hayatın bize ne göstereceği gerçekten belli değil. İhtiyarhane dendiğinde akla huzurlu ve şefkatli bir dünya gelir, peki ya öncesi? Bu makalede, demanslı ebeveynlerle yaşamanın zorluklarından, İzlanda'daki bir ihtiyarhanenin sunduğu huzura kadar pek çok konuya değineceğiz.
Demansla Mücadele: Bir Aile Dramı
Yaşamı boyunca anlaşamadığı erkeklerin tümünü temsil eden bir evlat... Annesi, alzheimer hastalığının etkisiyle onu düşman gibi görüyor, fiziksel mücadeleye girişmek için provokasyonlar yapıyordu. Bir zamanlar can simidi olmuş, sevgisini kanalize ettiği sevgili oğlu, şimdi ise kâh kocası, kâh kayınpederi, kâh erkek kardeşi yerine konuyordu. Geceleri halüsinasyonların etkisi altında şiddetli çatışmalar yaşanıyordu.
Aynı anda, ayrı bir evde demanslı olduğunu kabul etmeyen ve yalnız yaşamakta ısrar eden bir baba... Ömür boyunca kendini ispatlamaya çalıştığı kişi, ona açık açık şüpheyle yaklaşıyordu. Yetersizlik hissi, narsistik kişilik bozukluğundan kaynaklansa da hazmetmek zordu. Fiziksel ve zihinsel kapasiteleri azalmış olmasına rağmen yardımları reddediyor, hayatı boyunca bir baltaya sap olamamış, ahlaksız, beceriksiz bir insanmış gibi davranıyordu. Ocağın üstünde yemekleri unutuyor, bozulmuş abajuru tamir edecek diye elektrik çarpmasına rağmen aynı işe girişiyordu.
Zamanla içindeki canavar uyanmış, sularına gitmesi gerekirken onlarla cebelleşen, onlara hakikati empoze eden, tanıdığı ebeveyn haline tekrar gelmeleri için kükreyen bir ejderhaya dönüşmüştü...
İzlanda'da Huzurlu Bir İhtiyarhane
Oysa İzlanda’nın başkenti Reykjavík’teki bir ihtiyarhanede atmosfer yumuşacık, sessizlik ve huzur ortama tamamıyla hâkim. Yaşlıların her biri evlerinden getirdikleri şahsi eşyalar ve mobilyalarla kendilerine şefkatli yeni birer yuva yaratmışlar; gündelik rutinleri dışında hobilerini sürdürebiliyor, zamanı geldiğinde yaşıtlarıyla sosyalleşiyorlar. Neredeyse asırlık çınarlar spor salonunda aletli veya aletsiz egzersizler yapıyor, kimi ruj sürüyor, kimi saçlarına bigudi sardırıp kuaför kaskının altına giriyor. Aralarında akordiyon çalıp neşelenen de var, gözleri çok iyi görmediğinden küçük bir büyüteç yardımıyla İspanyolca’sını ilerletmeye çalışan da. Gayet şefkatli bir koca eşinin el tırnaklarına ihtimamla oje sürüyor, sağlıkları dört dörtlük olmasa bile iki ihtiyar kadın avluda buluşup hem sigara içiyor, hem de “kaynatıyor”. Hepsine en iyi gelenin müzik olduğu muhakkak. Müessesenin onlara sağladığı kulaklıkları takıp gezinen de var, tekerlekli sandalyede oturup dans eden ve alkışla tempo tutan da. Her ne kadar bir tanesi şarkı söyleme kapasitesini yitirdiğini belirtse de müziğin sihirli gücü sayesinde hiçbirinin dudaklarından tebessüm eksik olmuyor.
2025 İzlanda yapımı "Ayaklarımızın Altındaki Toprak (The ground beneath our feet)" adlı belgesel yaşlılık ve ölüme hazırlık safhaları hususunda seyirciyi adeta hipnotize edip avucuna alıyor. Tabii ki kahramanlarımıza ayak uyduran temponun epeyce yavaş olduğunu tahmin edebilir, İzlanda’nın coğrafi konumundan dolayı gökyüzünün kış kasvetini de gözünüzün önüne getirebilirsiniz. Gene de CPH:DOX’ta dünya prömiyerini gerçekleştirmiş, ardından DOK.fest München, Zürih Film Festivali ve Uluslararası Reykjavík Film Festivali programlarında yer alan belgeselin yeterince gerçekçi ve bilhassa optimist bir sinema eseri olduğu söylenebilir. Filmin en son yarıştığı DMZ belgesel festivali uluslararası yarışmasına seçilip Büyük Ödüle layık görülmesinden yola çıkarak Kore hassasiyetine de seslendiği sonucuna varabilirsiniz.
Hayata Dair Bir Film
Belgeselin kadın yönetmeni Yrsa Roca Fannberg, ona filmi niçin çektiğini soran ihtiyar bir kadına “Hayata dair bir film çekiyorum” diye cevap veriyor. Hakikaten de belgeselin çoğu kahramanı hayata ne kadar bağlı olduğunu seyirciye ispatlıyor ve bizi yaşamın doğal mevsimlerinden sonbahara hazırlıyor. Mesela yaşlı bir kadın müessesede yeni çalışmaya başlamış bir bakıcıya yatağını toplarken yorganını nasıl rulo haline getirdiğini zevkle öğretiyor. Özenle sarılan yorgan yatağın duvara dayanan tarafında adeta bir divan aksesuarına evriliyor: “Böylece yatak odam oturma odasına dönüşüyor!” Aynı yaşlı kadın genç müstahdemden güllerle dolu iki adet vazosunun yerini değiştirmesini de rica ediyor; oysa benim gözümde şahsen bunu yapabilecek kapasiteye sahip. Aslında tavrında bir emir verme hali yok, fakat kötü tecrübelerin kurbanı ben, bu aksiyonu birisine iş yaptırma ve otoritesini kaybetmediğine dair teyit ihtiyacına bağlıyorum. Televizyon karşısında içi geçmiş, nefesi ağırlaşmış yaşlıların düşkün haline de şahit olmadığımızı sanmayın; üstü karla kaplı bir cenaze arabasının kapıya gelip gitmesinden sonra müteveffanın odasından çıkan eşyaların taşınmasına da.
Bir diğer sevimli ihtiyar, bana sanki annemi hatırlatmak için ikide birde Reykjavik’e dönmek istediğini söylüyor, zaten Reykjavik’te olduğu kendisine sık sık belirtilse de. Fakat hiçbir kahramanımıza fazla bağlanacak ve özel olarak üzülmeye vaktimiz olmadığı için filmin esas konusunun hayatın genel dinamiği olduğunu bir kez daha idrak ediyoruz. Teferruatlı şekilde yakın plan çekilmiş, bilhassa iki büyükannemi hatırlatan yaşlanmış ten dokusunun bende yarattığı içgüdüsel çekim de cabası. Bu arada küçük bostanıyla meşgul bir beyefendi olası zengin mahsulünün vaziyetini kontrol ederken arkasında obezce bir kedi peydahlanıp miyavlıyor. İhtiyar adam onunla hemen alakadar olmayınca kuyruğunun ucu, duruma sinir olduğunun işaretini verircesine adeta kıvranıyor. Neyse ki sırası geldiğinde yaşlı adamla aralarında oluşmuş “şefkat” ilişkisinin karşılığını alıyor. Tıpkı hayatı boyunca kedilere belirli bir mesafeden yaklaşıp son yıllarında babamın bir tanesini endüstriyel mama kurbanı haline getirdiği gibi. Bir diğer yaşlı bir zamanlar ihtimamla oluşturulmuş fotoğraf albümlerini sabırla tasnif edip bazı fotoğrafları yırtarak çöpe atıyor. Artık Balıklı Rum İhtiyarhanesi’ndeki annemin ise ömrü boyunca düzenli şekilde oluşturduğu yüksek sayıdaki fotoğraf albümünü karıştırıp takdir edecek hali pek kalmadı; hayat yorgunu annem ölgün gözlerle bakan, adeta bir hayalete dönüştü. Lakin vefatından bihaber olduğu kocasını, bilinci arada sırada geri geldiğinde bana sorarken gözümün bir an seğirdiğini fark edecek kadar da benliğimin içinde capcanlı!
Sonuç olarak, yaşlılık ve ihtiyarhaneler hayatın farklı yüzlerini yansıtır. Kimileri için huzurlu bir liman, kimileri için ise demansın getirdiği zorluklarla dolu bir mücadele alanıdır. Önemli olan, bu süreçte şefkatli ve anlayışlı olabilmektir.